KAYGILIYIZ… KAYGILISINIZ …
Günlük hayatta hepimizin kaygılandığı zamanlar olur. Bu insan olmanın, duyguları olan bir canlı olmanın doğası gereği bir durumdur. Örneğin; bilmediğimiz, yabancı bir ortama girerken başlangıçta kaygı duyabiliriz. Yada tüm sınıfın önünde sunum yapacakken veya işyerinde bizi değerlendirecek bir jüri önünde projemizi anlatırken kaygı yaşayabiliriz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Tüm bu durumlar, kısa süreli kaygı yaşamamıza sebep olabilir fakat durumlar sona erince yaşadığımız kaygılı hal de söner, sonlanır. Bu çok doğal, normal bir süreçtir.
Kaygı da mutluluk, şaşkınlık, hüzün, acı vb. gibi hayatımızda olan duygulardan biridir. Kaygı dediğimizde zihnimizde ilk etapta negatif, olumsuz bir çağrışım oluşsa da bu aslında her zaman kötü sonuçlar doğurmaz. Belli bir seviyede olduğu zaman bize yardımcı olduğu bile olur. Mesela; öğrencilik hayatımızda çoğumuzun karşılaştığı bir durumdur: Çalışmamız gereken bir ders vardır ve biz o dersi pek sevmiyoruzdur. Bu noktada “dersten kalırsam, okulum uzarsa” kaygısıyla başlarız o dersi çalışmaya ve böylece kaygı burada bizim için bizi destekleyen, itici bir güç olur. Ama bazen de bu durum biraz daha farklı seyreder ve “acaba dersten kalır mıyım, kalırsam mahvolurum, okulum uzarsa aileme ne derim?” gibi bir zincir halinde birbirini takip eden olumsuz bir sürü düşünce zihnimizi yoğun bir şekilde işgal eder, başka bir şey düşünemez oluruz ve artık ders çalışmak aklımıza gelmez. Adeta beynimiz donar, bloke olur. Bu yoğun düşüncelerden kaygımız tavan yapar ve bu noktada bize zarar vermeye başlar. Yani bu durumda kaygı hayatımızı kolaylaştıran pozisyondan çıkmış tam tersi bir şekilde bizi engelleyen konuma gelmiştir. Diğer bir deyişle; birinci durumda normal bir süreç varken ikinci durumda artık klinik değerlendirme gerektiren bir hale gelmiştir. Çünkü kaygının klinik anlamda bozukluk olarak tanımlanabilmesi, değerlendirilebilmesi için; kişinin hayatının belirli alanlarında (iş, okul, özel hayat vb.) işlev kaybına sebep olması gerekmektedir. Bu işlev kayıpları yaşanan alanlar, duruma göre kategorize edilmekte ve isimlendirilmektedir.
DSM 5 bu durumu “Anksiyete Bozuklukları” yelpazesi içinde ele alır ve 7 farklı alt başlık halinde inceler, değerlendirir. Bunlar; Özgül fobi, Sosyal fobi, Panik bozukluk, Agorafobi, Yaygın anksiyete bozukluğu, Maddenin / İlacın sebep olduğu anksiyete bozukluğu, Başka bir sağlık durumuna bağlı anksiyete bozukluğu.
Kaygı bozuklukları, toplumumuzda, ruh sağlığı alanında, en yaygın klinik başvuru alan gruptur ve kadınlarda görülme sıklığı daha fazladır.
Kaygı / anksiyete bozukluklarının tedavi süresi, süreci ve tedavide kullanılan metodlar, kaygının türüne göre değişmektedir. Psikoterapi ve ilaç ile tedavisi mümkündür. Bilişsel davranışçı terapi, bu alanda en yaygın kullanılan psikoterapi ekollerinden biridir.
Bilişsel davranışçı terapiye göre; aslında bizim kaygı yaşamamıza sebep olan olay, durum değil; bizim o olayı algılama, yorumlama ve anlamlandırma biçimimizdir. Aynı olaya farklı tepki verme sebebi de budur. Bu duruma günlük hayatımızdan çok basit bir örnek verelim. Mesela; yolda yürürken yanımızdan sevdiğimiz bir arkadaşımız geçti; fakat bize selam vermedi hatta bizi görmezlikten geldi. Böyle bir durumda; “ beni hiç umursamadı, demek ki benim ona değer verdiğim kadar bana değer vermiyor, tabi beni niye sevsin ki ” şeklinde düşünceler de geçebilir aklımızdan. Yada “çok dalgın görünüyordu, bir sorunu var herhalde, beni fark etmedi bile, yapabileceğim bir şeyler olur mu acaba? ”diye de düşünebiliriz. Görüldüğü gibi birinci durumda kişi olayı tamamen kişiselleştirmiş, kendisini “değersiz, sevilmeye layık olmayan bir kişi ” olarak değerlendirmiş. İkinci durumda ise; durumu üzerine almamış, hatta arkadaşının bir sorunu olduğunu ve ona nasıl yardım edebileceğini düşünmüş. İlk durumda kişi kendisini değersiz hissedebilir ve bunun sonucunda da kaygı yaşayabilir. Diğer durumda ise; arkadaşı için üzülebilir. Görüldüğü gibi aynı olay, iki farklı yorumlama, bakış açısı ve ortaya çıkan iki farklı his. Bunun gibi örnekleri hayatımızda çoğaltmak mümkün. Bilişsel davranışçı terapi işte burada devreye giriyor. İlk önce olayı ele alıyor sonra kişinin ne hissettiğini öğreniyor ve ardından buna sebep olan düşünceyi irdeliyor ve bu düşüncenin kişide ne gibi fizyolojik, psikolojik değişikliklere yol açtığına bakıyor. Bu bağlamda, bilişsel davranışçı terapi; önce kişinin bilişlerini yani olayları yorumlayışlarını inceliyor. Kişinin yaptığı bilişsel hataları, çarpıtmaları görmesini sağlıyor sonra bu hatalı yorumlar yerine doğru yorumlar yapması için kişiye yardımcı oluyor.
Sistematik duyarsızlaştırma, imajinasyon, maruz bırakma, sosyal beceri eğitimleri, gevşeme ve nefes egzersizleri de bilişsel davranışçı terapinin kaygı bozuklukları tedavisinde yararlandığı tekniklerden bazılarıdır.
Uzman Klinik Psikolog Hilal KÜÇÜK
Not: Bu yazı Mayıs 2017’de www.tavsiyeediyorum.com adresinde yayınlanmıştır.